Henüz genç yaşlarında iken kabrin başında öylece bekler ve düşünürdü. Önünde, sağında solunda kabrin üzerine toprak atmaya çalışan insanlardan habersizmişçesine. Küreklerden savrulanların tam düştüğü yere. O toprağın tahtaya değdiğinde çıkardığı tok sesi dinlerdi hayallerinin arasında.

İşte yeni bir konaklama yeri. Bu konaklama yerinde ilk gece. Bir daha geri dönüş yok. Amellerin bittiği bir zaman dilimi içinde soğuk bir çukurun dibinde bembeyaz kaftanıyla bir insan. Yıkanmış paklanmış, gülsuyu ile kokulanmış üç parça beze sarıp sarmalanmış bir insan. Sevenlerinin elleriyle indirilen ve toprağa hafifçe bırakılan bir beden.

En sevdiğinin elleriyle dizilen sekiz dokuz parça çam ağacından ya da gürgenden biçilmiş tahtalar... Biri yukarıdan uzatır diğeri talimatlar verir. Bir taraftan da Kur'an-ı Kerimler başlar okunmaya.

Dizilen tahtalar gün ışığını artık haram kılmıştır taze kapanmış gözlere. O çukura bir beden değil binlerce gözyaşı onlarca gönül de defnedilmiştir. Sevenleri ki biraz sonra onu yalnızlığı ile yalnız bırakacaklar.

Sonra daha önce dünyada iken hiç görmediği misafirleri gelecek ve başlayacak sorgu faslı. Bitti zannettiği dünya hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünde henüz geçmeyecek, o ahirete ve amel defterinin verileceği güne bırakılmıştır.

Delikanlı tümsek haline gelmiş kabre bakarken eli maharetli olanlar baş ve ayakucuna tahtaları dikmeye çalışıyordu. Birileri kabrin son düzenlemelerini yaparken, diğeri de elindeki ibrikle ayakucundan başlayıp başucunda bitecek şekilde kabri üzerine su döküyordu.

Bu uğurlama ritüelleri bir düğün ritüelleri gibiydi. Olmaz ise sanki bir şeyler de eksik olurdu. Genç bunları izliyor ve düşünüyordu.

İlk gece nasıl geçecekti? Daha önce hiç yaşamadığı bir gece. Hastane odasına benzemiyordu, gecenin yalnızlığını hissettiren evinin odası da değildi. Ne yapardı burada sevdikleri olmadan. Belki şu vakit evlatlarım yahut komşularım gelirler de hal ü hatırımı sorarlar diye beklemeden geçireceği ilk geceydi bu.

İbadet ile dolu bir yaşamı varsa mevtanın, pek üzülmezdi delikanlı. Hazırlıklı yola çıkmış olmanın ferahlığı yayılırdı gönlüne.

Lakin ya günahı aşikar olduğunu bildiği bazı insanların cenazesinde aynı hissi yaşamazdı. Eyvah, bu gece çok vahim bir gece onlar için.

Delikanlı babasını kendisine anlattığı nadir hikayelerden birini anımsadı: "Yerin altında ne var?" diye sorulmuş birine, o da "pişmanlık" demiş ve doğru cevaplamış. Yapan "az" yaptığı için pişman, yapmayan "yapmadığı için" pişman...

Cemaatten bazıları, bir kabrin mermer duvarına oturmuş, kimisi de belediyece tedarik edilmiş plastik taburelere oturup tilavet olunan Allah kelamına kaptırmıştı gönlünü. Kimi yanındakine mevtanın iyiliklerini anlatıyor, kimi de mezar taşlarını okuyor gözleriyle, kiminin dudakları kıpır kıpır dualarla. Mikrofon bir elden diğer ele geçtiğinde mezarlığın servilerine ulaşan sesin tınısı da değişiyordu.

Delikanlının gözleri önündeki taze tümseği delip çukurdaki kefenlinin üzerindeydi adeta. Onu bembeyaz kefeniyle orada dururken ruhu da mezarlıkta bir yerde tüm bu olup bitenleri izliyordu.

Mezarlığın çıkışında dizilmiş mevta yakınları başsağlığı dileklerini kabul ederken belli belirsiz "dostlar sağ olsun, Allah taksiratlarını affetsin" diyordu.