Çok utanç duyuyordu. Bu takıntısı yüzünden bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha rezil olmuştu. Hayatı boyunca bu utancı sayısız kere yaşamıştı. Evde, okulda, otobüste, misafirlikte her yerde aynanın içinde kayboluyor ve rezil oluyordu. Ama ona bakmazsa yaşayamayacağını da biliyordu. Aynasız yaşayamayacağını anlattığı hiç kimse ona inanmıyor, üstelik bir de dalga geçiyordu. Ancak bu takıntısını bilen, ona inanan ve destekleyen tek bir kişi vardı: Teyzesi. O korkunç rüyayı gördüğü günden beri teyzesinin evinde yaşamıştı. Defne'yle o günden bu yaşına kadar teyzesi ilgilenmişti. Defne o rüyadan öncesine dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Sanki o gün dünyaya gelmiş ve o günden sonra yaşamaya başlamıştı...

Bir elinde kıyafetleri diğer elinde tamamen ayna olan ayakkabılarıyla otobüs beklemeye başladı. Ayakkabılarına bakmaya doyamıyordu. Çünkü hem aynaydı hem çok şık duruyordu. Dayanamayıp hemen giydi. Aynalı tulumu ile çok uyumlu olmuş ve yakışmıştı. İlk ayakkabısında da aynalar vardı ama yenisi kadar güzel değildi. Daha enerjik ve daha huzurlu olduğunu hissetti. Otobüsü beklerken de çantasına (üzerindeki aynaya) bakmaya başladı. Bu kez dalıp gitmedi ama az kalsın bu dünyadan gidecekti. Otobüsün geldiğini fark etmiş ve durduğunu zannederek adımını ileri atmıştı fakat başını kaldırıp önüne bakmadığı için otobüsle burun buruna gelmişti. Hatta otobüs öyle bir yerde durdu ki ölüm, ince bir çizginin ardında kalmıştı. Alnı otobüsün ön camına değiyordu. Duraktaki birkaç kişi atılıp onu kenara çekti hızlıca. Defne hala çantasını üzerindeki aynada takılı kalmıştı. Fakat etrafında olup bitenlerin farkındaydı.

Otobüsteki yolcuların ve çevreden toplanan insanların endişesini fark ediyor ama tepki veremiyordu. Gözünü aynadan koparamıyordu. Etrafındaki endişe bulutunu dağıtmak istedi, onlara iyi olduğunu söylemek istedi ama olmuyordu. Sanki bakışları aynadaki görünmez mıknatıslar tarafından çekiliyordu. Kafası sanki çelik bir iple çantasına bağlıydı. Hareket edemiyor, konuşamıyordu. Etrafındakilerin "şok geçiriyor" dediğini duyuyor ama öyle olmadığını ifade edemiyordu. Ruhunun sağlıklı olduğunu sadece bedeninin donup kaldığını anlatamıyordu. Sağında solunda onu dürten, sarsan ve yüzüne su atmaya çalışan insanlara "beni rahat bırakın" demeye çabalıyordu. "Tamam, ben iyiyim, yok bir şeyim" diyordu içinden. Her birisine teker teker cevap veriyordu fakat neden hala onu dürtmeye ve sarsmaya devam ettiklerini anlamıyordu. Kimse onu duymuyordu, çünkü elindeki çantasına bakakalmış ve öylece donmuştu.

Çantasını da o kadar sıkı tutuyordu ki onu elinden çekip almaya çalışanlar, imkansızlık nedir tanışmış oluyordu. Defne, içinden "bırakın aynamı yani çantamı, o benim her şeyim" diyordu. Ama çantayı tutan kişiler bunu duymuyor hala çekip almaya çalışıyorlardı. Selin'den aldığı kıyafetleri ve sabah giydiği spor ayakkabısı da otobüsün önüne düşmüş orada duruyordu. Defne'nin haline bakmak için gelen meraklılar o kıyafetleri görmüyor ve ezip geçiyorlardı. Defne "yapmayın, basmayın kıyafetlerime" dese de kimse duymuyor, hala bir yığın insan onların üzerinde tepiniyordu. Ayakkabıları ise çoktan insanların tekmeleri sayesinde otobüsün altında kaybolmuştu. Defne, donuk haldeyken bile "iyi ki az önce yenilerini giymişim" diye geçirdi içinden. Eskilerini de kaybetmek istemiyordu. Yanındaki insanlara "ayakkabılarımı getirin lütfen!" demek istese de ne ağzı ne de vücudu kıpırdayamıyordu.

Bir anda Defne'nin başına öyle bir ağrı saplandı ki ayakkabılarını dert etmeyi bıraktı. Hala çantasındaki aynaya bakakalmışken başının feci ağrısına bir de yüzün alev alev yanması eklendi. Defne'nin yüzü normalde on dakika aynaya bakmazsa bu şekilde yanardı ama ilk kez aynada takılı kalmışken yanıyordu. Hem buna anlam vermeye çalışıyor hem de acıları ile boğuşuyordu. Ellerini yüzüne kapatmayı denedi ama çantasını bırakamıyordu. Yolun ortasında kaldığı sırada yaşadıkları şu anda da başına geliyordu. Üstelik az önce aynasızlıktan şimdi ise aynada takılı kalmaktan dolayı yaşıyordu tüm bu kabusları. Elleri titriyor, yüzü ocak gibi yanıyordu. Zaten kilitlenen bacakları artık tamamen ondan bağımsızdı. Şimdi de nefesi daralmaya başlamıştı. Defne, o anda, hala bilinci yerindeyken, kontrol edemediği vücudunu terk ettiğini ve şu an ölümü yaşıyor olduğunu zannetti. Eskiden bu belirtileri yaşadığı zaman aynaya bakar ve anında iyileşirdi. Şu anda da aynaya kilitlendiğine göre demek ki gerçekten ölüyordu. Artık etrafındaki insanları umursamayı bırakmış acıların ve ağrıların zirvesinden sonsuzluk diyarına uçmayı istiyordu bir an önce.

Hilal Ebru İnal