Yanı başında yüksek sesle çalan alarmını kapatıp yeni bir güne enerji dolu gülümseme ile başladı Defne. Yıllardır yaptığı gibi bugün de ilk iş olarak, çalar saatin yanında duran çatlak aynasına baktı. Bu, birbirinden farklı yapboz parçalarından bir araya gelmiş lakin özene bezene çerçevelenmiş bir aynaydı...

Defne, her sabah bu garip aynaya yarım saat kesintisiz bir şekilde bakmazsa öleceğini zannediyordu. Çünkü bu ayna onun için çok kıymetliydi. Hayatındaki bütün aynalar vazgeçilmezdi Defne için fakat elindeki bu ayna, annesinin hayattayken baktığı son aynaydı...

Yarım saatin sonunda çatlak, kırık aynanın kusursuz çerçevesine bir öpücük konduran Defne, onu yavaşça çekmecesine koydu ve kilitledi. Bugün onun için çok yoğun ve güzel bir gün olacaktı. O yüzden kendisi de güzel olmalıydı. Enerjisini artırarak dans ede ede banyoya gitti. Giderken de yine sayısız kere aynaya bakmıştı. Çünkü Defne'nin evinin her yanı; duvarları, tavanı, zemini, eşyaların hepsi aynalarla kaplıydı. İnsan o evde nereye baksa kendini fazlasıyla görebilirdi. Diş fırçasından çay bardağına kadar evinde ne varsa hepsi aynalıydı. Üzerinde kendini göremeyeceği hiçbir şey yoktu evinde ve asla da olmazdı...

Defne, dişlerini fırçalayıp yüzünü de yıkandıktan sonra kahvaltı için mutfağa geçti. Aynalı mutfak eşyalarına uzun uzun bakmayı ihmal etmeden muhteşem bir kahvaltı hazırladı kendisine. O gün hava güneşliydi ve bu yüzden ev gereğinden fazla aydınlıktı. Çünkü kalın perdelerin arasından en ufak bir güneş ışını yansıdığında bütün ev boydan boya ayna olan duvarların, tavanın, yerin ve eşyaların yansımalarından dolayı sanki bir film çekiliyormuşcasına apaydınlık oluyordu. Ufak bir ışıltının yarattığı etki böyle oluyorsa, bol güneşli günlerde evin ışıklar içinde parlayacağını düşünmek bile gözün kısılmasına sebep olurdu. Defne, böyle olacağını, evinin dekorunu tasarladığı günlerden tahmin etmişti. Bu yüzden bütün pencerelere çok özel bir perde yaptırmıştı. Arada bir onları açtığında evde güneş gözlüğü ile dolaşmak zorunda kalıyordu.

Üzerindeki özel tasarımlı saten pijamasıyla kahvaltısını bitirdikten sonra yine özel günlerinde kendine has kıyafetlerinden birini giymek için yatak odasındaydı. Dolabını açtığında ayna parçacıklarıyla işlenmiş birçok kıyafet karşıladı onu. Üzerinde bir parça aynası olmayan hiç bir kıyafeti yoktu. Tabii ki dolabının içi de dışı gibi ayna sergisi gibiydi. Mavi tulum ve beyaz bir spor ayakkabı seçti o gün için. Uzun gümüşi sarı saçlarını alabildiğine özgürce bıraktı.

Tulumunun paçalarında oldukça şık duran küçük ayna parçalarının yeterli olmadığını düşündü bir an. Ayna parçalarıyla süslenmiş çantasından bir sürü ufacık kare biçiminde ayna parçalarına uzandı eli. Bu ayna kırıntılarını tulumunun dizlerinin üst kısmına özenle yapıştırdı. Kuruyup tutması için beklerken neşe ile gülümseyip etrafındaki Defne'lere baktı.

Böyle bir evin yani aynalardan yansıyan bir hayatının olması için çok çalışmıştı. Varını yoğunu aynalar için harcamıştı ama ortaya çıkan bu sonuçtan çok mutluydu. Annesinin ondan istediği son şeyi yapabildiği için gönlü huzura gark olmuştu.

Tulumuna yapıştırdığı aynalardan birini tuttu, hafifçe çekti ve iyice yapıştığına emin olduktan sonra çantasını omuzuna astı ve yola koyuldu.

Önce, kendisine bu eşsiz kıyafetleri tasarlayan arkadaşının yanına gidecekti. Sipariş verdiği kıyafetleri ve ayakkabılarını da alacaktı. Daha yola çıkalı on dakika bile olmamıştı ki Defne'nin nefesi daralmaya, elleri titremeye başladı. Bir anda bacaklarındaki bütün his gidivermiş, yere yığılmıştı. Titreyen elleriyle alev alev yanan yüzünü kolonya ile serinletmeye çalışıyordu. Dakikalar ilerledikçe yüzündeki yanma hissi daha da şiddetleniyordu. Yolun tam ortasında durduğunu fark ettiğinde telaşı ve acıları yüzünden gözlerini de açamıyordu. Her an bir facia gerçekleşebilirdi...

(yarın devam edecek)

Hilal Ebru İnal