Çok sevdiğim kardeşim, dostum, dava arkadaşım, güzel insan; Fırat Ekingen'i dün sonsuz aleme yolcu ettik. Acımız büyük. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Ruhuna el-Fatiha!

KÜFRÜN ANATOMİSİ-3

Genç arkadaş,

O şafak beklemediğin bir anda söktüğünde yaşlanmış olacaksın. İsyanlarına da "Lazımmış." diyerek kendi evlatlarına abad ettiğin yürekleri değil dağıttığın sokakların izlerini saklamak zorunda kalacaksın.

Gelecek, geleceği ister. Gelecek adına sarmal bir sokak kedisi dahi yavrusuna Rabbin rızkıyla ihtimam gösterir. Sense tüm muhtemel unsurları göz önünde bulundurarak bu da değil demeyi uygun görüyorsan, bu işte bir tuhaflık yok mu?

Her yaşın kendine ait omurgası yoktur unutma.

Seni, yarınlara taşıyacak olan bugün bu sokaklarda ayakta tutan sistem. Beline yediğin copun kıymeti belki yıllarca önemli gibi gelecek sana. Şayet bu gerçek bir isyansa, hak değil, savunma değil, müdafaa değil de en başından anlattığımız isyan gibi olmuşsa beline koyacağın çocukla ancak eşekçilik oynayabileceksin. Zira bugüne kadar yıkımın getirdiği hiçbir medeniyet olmadı. Tarihi değiştirmiş hiçbir gerçek dönüşüm adamı halkını isyana sürüklemedi.

Sen şimdi seni sürüklemeyi, sürüklenmekten çok büyük bir adım gibi görüyorsun. Ay gibi şaşkınım. Üzerine basan kişi için inanılmaz, ay için umursanmaz. Ben umursuyorum seni. İnat edenlerden olmanı içim almıyor. İçimdesin çünkü Müminler bir vücut gibi. Buna da menfaat diyeceksen sana şöyle söyleyeyim; asla kaybetmek istemediğim çocuğum gibisin.

"Onların dostları da tağuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler." denildiğinde karanlıklar içinde kaybolmasını istemediğimsin. Bunca söze ne hacet. "Bir kısa isteğim var oysa senden..." diye başladığın cümlenin içinde bir mucize beklentisinin olması ne garip.

Bu yoldan ilerlediğinde küfre çıkanlar bir mucize indirilmeli dercesine bitirebiliyorlar cümlelerini. Adalet, hak, özgürlük derken kaybolup gidiyor içeriklerin rengi. Birbirlerine bulaşıyor ve yüzünü kesif bir siyah örtü kaplıyor. Yüzün anlaşılmaz. Alışılmaz bir kokuyla doluyor ortalık. Eğer nankörlük ederseniz sonu bu olur zaten demek kalıyor karşınızdakilere. Bugün rezillik ve kötülük geliyor mecburiyetleriyle.

Sonra...

Sonra da onu inkar ederler.

İsyanın büyüğü, küçüğü olmaz. Küçük olan büyür. Büyüdükçe seni de içine çekmeye başlar. Tıpkı eline aldığında ne işe yarayacağını çözemediğin, ilk gördüğünde tuhafına gitmiş telefonlar gibi. Gerçi senin bu süreci yaşadığını zannetmiyorum çünkü doğduğunda akıllı telefonla yüzlerce fotoğrafın çekilmişti.

Olmayan bir şey olduğunda, yazılabilecek bu kelimeleri yazamadığında, bunu yazan kişinin duygularını anlamakta zorlanıyorsun. Bu kişi sana, "Gel anla beni." dediğinde "Ne alakası var?" diyebiliyorsun. Aynısını sen yaşayınca neden garibine gidiyor?

Garip olan bu durum kişilerin yetersiz kaldıkları alanları karşısındakine yükleyerek kapatma ihtiyaçlarından ileri geliyor. Oysaki insanız. Böyle bir ihtiyacımız yok.

Eksik olan bilgiyi tamamlamak mümkün. Ancak belli kabulleri gerektiriyor. Örneğin telefon olmadığı dönemde yaşamış adamın zorlandığı anları kabul etmelisin. "Ne var bunda?" diyerek geçiştiriyorsan, kendi yaşadığın dönemin nimetlerinin de farkında değilsin demektir.

Nimetin farkında olabilmek adına, geçmişte çekilmiş sıkıntıların varlığını kabul etmek gerekiyor. Teknoloji var ve nasıl olsa yeri gelince sorunu çözecektir anlayışı bugünlerde aşı arayan tıp dünyasını yarı yolda bırakmadı mı? Herkesin muzdarip olduğu Korona virüsünün aşısını bulmakta zorlanan bilim insanlarına "Siz nasıl adamlarsınız? Tıp bu kadar gelişmişken nasıl da bulamazsınız?" diyebiliyor musun?

Hayır.

O zaman ne diye elde edemeyeceğin şeyler uğrunda olması gerekiyormuş gibi hareket etmek isteyip de edemediğinde isyan ediyorsun?