Bu açıdan bakıldığında kitabın bilinç ve şuur verme boyutuna şahit oluyoruz. Bazı hakikatleri gösteriyor yakın tarihle alakalı. Kitapta alıntılar, hatıralar, efsaneler, hikayeler, yabancıların şahitlikleri gibi değişik usul ve yöntemlerle bilgi pekiştirmesi de gözler önüne seriliyor.

Büyük Doğu mecmuasının 29. sayısında şu tespitlere rastlıyoruz, demiş kitabın 339. sayfasında. "Masonluk hesabı ile Kur'an ahkamını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak, Hayim Naum'un müthiş planı idi. Amerika'da bu zemini hazırladıktan sonra İngiltere'ye geçmiş ve halis bir yahudi olan Lord Curzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur.

"Siz Türkiye'nin mülki tamamıyetini kabul edin, ben İslamiyeti ve İslam temsilciliklerini onlara ayaklar altına çiğnetmeyi taahhüt ederim." Bunun üzerine

Lord Curzon manidar bir söz söyledi. Dedi ki: "Türkiye İslami alakasını ve İslami temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulus birliği etmiş olur. Hıristiyan dünyasının hürmet ve milletinde kazanır. Biz de kendisini dilediğini veririz."

"Kıble ve Kıblesizler" başlığı altında sayfa 317'de şu ifade var:

Eski zaman insanlarının bir amentüsü vardı, kıbleleri ve inançları hemen hemen müşterekti. Vaktaki kıblesizler devri revaç buldu, kütlelerde o zaman ne tarafa döneceklerini bilemez oldu.

Daha doğrusu amentüsünü kaybetmekle teveccüh edeceği bir mukaddesi kalmadığından kendi kendine tapmaya başladı. Böylece de cemiyet içinde bir curcunadır kopar oldu. Öyle ki kimi şöhrete tapıyor, kimi başını varlığın ve birliğin eşiğine koyuyor, kimine kadın kimine evlat mabut oluyor, kimi cah ve ikbale taparak büyüklük şehveti ile yere göğe sığmaz hale geliyordu.

Sayfa 314 'ten şu notu düşebiliriz...

Mektep, içinde gençliği öğüttüğümüz bir İrfan ocağı olması lazım iken ne yazık ki artık irfan ve iman ocağı olmak vasfını çoktan kaybetmiş bulunmaktadır.

Öyle ki mektebi, yanına dahi uğratmadığımız tarihi ve milli güce dayanarak gayrimilli akımların pençesinden kurtarıp onu mazisi ile bütünleşecek bir eğitim yuvası haline getirmedikçe gençliğin hatalı imal edilmiş fabrika mamulleri gibi kendi vatanının yabancısı ve yabancıların da peyki ve sempatizanı olarak yetişmesini önlemek nasıl mümkün olabilir?

Sayfa 197'de: Zihni bilginin arkasında akıl; imanın arkasında ise vahiy yani manevi kuvvetler vardır. Bir mecliste ki Allah'ın yadı vardır kulun adı dahi olmaz...

Sayfa 81'de Stephen Zweing, "Ayasofya Kilisesinin tepesinden düşen haçın gürültüsünün batıyı uyandırdı"ğını, söyler. Amma Fatih Sultan Mehmet batıyı uyanır hale geldiğinin şuurunda bulunduğu için, gözlerini açan maddeci dünyanın gelişimini takip etmekten geri kalmamakta olan dahi hükümdardı. Türk imanı, Ayasofya'yı hiçbir zaman taş ve tuğla yığını olarak görmemiş ve görmeyecekti.

Sanırım bu birkaç satırlık iktibas/alıntı kitabın içeriği hakkında birkaç damağınıza damla lezzet ulaştırmıştır.