Yazma konusunda darlık çektiği zamanlarda, Rahman'ın ayetlerini kurcalayıp aklına gelecek bir mevzu hakkında yazmak istediğini fark ettiğinde, derin bir utanca gark oldu acemi yazar. Çünkü daha önceleri böyle düşüncelere karşı hep eleştiride bulunan yazıları okumuştu.

Yazma serüvenine kendini kaptırdığı günden beri çalakalem yazıyordu. Çevresinde gelişen onca olaydan birini diline dolayıp iştahını giderebilirdi. Kendine ait düşüncelerden bir demet yapıp okuyucularına sunabilirdi. Kitap veya film değerlendirmeleri yapar seyircileri uyarabilirdi. Lakin Kitabın ayetlerinden birini veya bir kaçını "sırf bir yazı malzemesi" olarak görmeyi kendine yakıştıramazdı.

Yazılarında bunca zamandır Allah'ın ayetlerine, Resulünün sözlerine yer veren yazar, şimdi niçin sakıncalı görüyordu Kitaptan istifade etmeyi. Gençliğinde okuduğu Seyyid Kutup gibi yazarların eserlerinden: "Kur'an-ı Kerim'i bir tarih kitabı, bir hukuk kitabı veya herhangi bir ilmi disiplinin yan malzemesi değildir, onu böyle görmek kitabı anlamamış olmak demektir."

"Kur'an'ın önünde bir askerin komutanı karşısında durduğu gibi durmak gerekir. Ne emrederse derhal uygulamaya geçmek lazımdır" cümleleri düşünce dünyasının rotasını çizmişti yazarın. Şimdi böyle yetişmiş bir kafanın, bahsedilen yaklaşımdan yola çıkarak bir köşe yazısı yazması olacak şey değildi.

Hayatına ve düşüncelerine yön veren onlarca ayetten hiç mi istifade etmeyecekti yazar? Hayır, aksine her yazdığında, her söylediğinde onlardan bir ruh, bir hissiyat taşıyacaktı yazıları ve taşıyordu zaten. Beyninin orta yerinde, kitabın belirlediği bir tartı vardı hayat ölçülerini belirleyen. İşaret levhaları gibiydi her biri. Güvenerek inandığını söylediği şeyleri tatbik etmezse ne anlamı kalırdı iman etmesinin?

Yazarın en temel görevi, üstlendiği bir sütun yazıyı okuyucusunun tatlı nazarlarını ikram etmek midir sadece? O yazdıklarıyla gerçek hayatı arasında hiç mi bağlantı kurmayacaktı? Yazdıkları bir aktörün dizideki rolü gibi olacaktı? Kostüm hazır, replikler tamam, senaryo o biçim, bir de yakışıklı bir artist oldu mu?

Bir yazar, rol yapmamalı aktör gibi. Yazdıklarının ardında durabilmelidir.

Güncele takılıp kalan yazar yeni bakış açısı geliştirmediyse, yeni bir tavır koymayı tavsiye etmiyorsa, günlük olayların günün sonunda kullanma tarihinin bitmesi gibi bitecek ve kaybolup gidecektir yazdıkları. Lakin siyasi olayları yorumlarken milli ve manevi pencereleri devamlı açık tutar ve oradan aldığı ışıkla nesillerin önünü aydınlatırsa etkisinin nerelere vardığını tahmin edemeyeceğimiz metinleri inşa eder yazar.

Basit gibi görünen olayları yorumlarken kutsalla ve inançla bir bağ kuracak, koca bir maziye kapı aralayacak ve tarihle bağlantısını gözler önüne serecektir.

Suriye olayları noktasında memleketimizi ve Türkmenler üzerinde tasarlanan oyunları göstermeyi, bir ayeti öğretmek kadar değerli olmasa bile yinede değerli olduğunu belirtmeli okuyucularına. Sınırlarımızı korurken taviz vermeden ve korkaklık göstermeden yapılan karşı duruşa sahip çıkmak, öz güven derdimizin olmadığını göstermektedir.

Size bir şey söyleyeyim mi?

Acemi yazarımız, 7 Haziran seçimleri sonrası zayıflamış bir Türkiye'nin varlığını öngörüp terör ile durdurmaya çalışıldığını bildiği gibi, şimdi de süper devlet Rusya ile meşgul edilmeye çalışıldığını görecektir. Tarihi hedefi -sıcak sulara inme hayali- bilinen Rusya'nın Esed'e yardım anlayışı, İsrail'in de güvenliği için önemli olacaktır.

Amerika ve dünya devletleri, Rusya'nın terörizmle mücadele gayretini takdirle karşılar ve İsrail'in güvenliğini de garanti altına alacağını düşünürse; Bayırbucak Türklerinin yok edilmesine neden karşı çıksın ki? Hem bölgede etkinliğini artıran güçlü Türkiye'nin önü kesilecektir hem de herkes pastadan payına düşeni alacaktır. Ne ala bir hesap bu. Ancak bu hesap evde yapılandır. Bir de pazarı var bu işin.

Yazar, ulusal gazetelerde köşe yazarlığı yapan kalem erbabı çapında cümleler kurduğunun da zaman zaman farkında olacaktır. Yazarlık da tarihe şahit olmaktır bir bakıma öyle, değil mi?