Kendimi zor tutuyorum böyle bir yazı yazma konusunda. Neden diye sormayın. Dilinizde kelimeler, elinizde kalem ve yüreğinizde sosyal bir sorumluluk hissi varsa nasıl durabilirsiniz ki. Bir afişteki gördüğüm "Suya sabuna dokunun mikroplardan korunun" sloganıyla yola çıkalım. Görelim Mevla neler söyletir.

Çarşı-pazar alev alev yanıyor. Meyve sebze fiyatları almış başını gidiyor. "Dur" diyecek kimse yok ortalarda. Milletin cebinden bir çıkan bir daha geri dönmüyor. Eskiden "büyük" dediğiniz paralar bozuk para gibi un ufak olmuş gidiyor. Poşeti doldurmayacak kadar bir alış veriş 100 lirayı geçiyor. Gerçi poşet de pahalı(!)

Canına tak eden millet, sorumluların kim olduğunu işaret eden parmağın ucu istikametine bakınca görüyor: Hükümet edenler. Yani bir önceki seçimde oylarıyla destekledikleri, baş tacı ettikleri adamlar şimdi yürütemiyorlar gibi görünüyor. Bazıları da huzursuzlukları kaşıyor ve kanatıyor. Toplum, direksiyondaki adamı değiştirmek istiyor imajı oluşturulmaya çalışılıyor.

Her şeyin parayla ölçülebildiği bir yerde insanın fiyatı ne kadardır ki? Bastırır parayı alıverir üç beş adam ve istediğini yaptırır. Halk rahatsız edilir boğazından geçenle. Evladının rızkını kutsal sayan halkın öfkesi karşısında, dağlar olsa dayanmaz tabii. "Fiyatı belli ulaklarla" faturanın kime keseceği de ekranlardan fısıldanır masum halka. Halk da işin arkasını önünün tartmadan dilinin ayarını bozar ve huzur denizinde bir dalgalanama oluşur.

Bazılarının fiyatları yükseltmek için gerekçeleri hazırdır: Doların yükselişi veya meyve halinde böyle pahalı oluşu; toptancılar böyle satıyorlar gibi mazeretler her tezgahtan duyulmaya başlar. Aslında işin içinde bir tezgah vardır. Bu tezgaha pazarcı esnafının tezgahını da alet ederler. Tezgah üzerinden bir tezgah döner insanların kafası allak bullak olur.

Tarlada ürettiği patatesin fiyatını pazarda dört beş misli görünce patates iriliğinde açılır gözleri. Sonra meydanlarda milletinin önünde hesap veren, onları dinleyen, onların derdine derman olaya çalışan insana kulak verir. Pahalı pazardan ve market oyunlarından bahseden ve kısa vadede kalıcı çözümler üretmekten bahseden sese kulak verir.

İstanbul'da 50 noktada; Anakarada 30 noktada belediyelerin tanzim yerleri açılır. Teşkilat var ufak bir organizasyon ile yeni pazar yeri açılır. Daha ilk günlerde milletin yüzü güler. Pazar çantasını kapan tanzim mevkisine koşar. Fiyatlar yarı yarıya düşer. Millet üç kilo ile sınırlı da olsa ucuz sebze ve meyve alır. Evine dönerken dudaklarında dualar, mırıldanır uzun adama. "Allah onu başımızdan eksik etmesin."

Bunların her biri ekonomik saldırıdır. Düşmanın hedefi bellidir. İster top atar ister gülle, isterse zam yapar, isterse ahlakı çökertir. Lakin defletin başındakiler gaflet dalalet içinde değillerdir. Sorunu görmüşler, niyetine girmişler ve Tanzim yerleri açarak pratik bir çözümle meseleyi hemencik çözmüşler. Demek ki aracılar her kimse onlar malı götürenler onlar.

Şimdi bu tanzim olayı beni heyecanlandırdı. Acaba böyle suni sorunlar bu sistemde pratik olarak çözümlenebiliyorsa kim bilir daha nice sorunlar halledilir.

Şimdi muhalefet edenlerin, ortalığı yaygaraya verenlerin elindeki koz da alınmış oldu. Fakat onların keskin zekaları, hilekar nefisleri ne yapar yapar bir kusur bulur: "Ama öyle de, bakalım seçime kadar mı? Keşke devamlı olsa vb." sözlerle yapılanı küçükserler.

O zaman biz de "görmek istemeyenden daha kör, durmak istemeyenden daha sağır kimse yoktur diyeceğiz..." sözü ağızlarına tıkayacağız. İyiyi güzeli görmek istemeyenden daha bedbaht kimse var mıdır acaba diye gönlüğümüzü teselli edeceğiz.