"İnandığınız gibi yaşayamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız"

Diyelim küresel bir statüko faizli bir hayatı empoze ediyor, dayatıyor, peşinden ne geliyor? Sade insanlardan ilim dünyasına kadar, yer yer "faizsiz yapılar" dahil olmak üzere, zihinler, meşrulaştırma ameliyesine başlıyor ve kademe kademe faizli işlemler Müslümanın kabul alanına giriyor.

Diyelim, mahremiyet alanı daralıyor Müslümanın, hemen peşinden zihniyet dünyamızda mahremiyet ölçüleri aşındırılma sürecine sokuluyor. "Tarihselcilik" kavramıyla islami ilimlerin tartışma alanına giren hadise, aslında böyle bir zihinsel törpülenme niteliği taşıyor.

"Ezmanın tagayyürü ile ahkam da değişir, yani zamanın değişmesi ile ahkam da değişir" şeklindeki Mecelle kaidesinin çerçevesinin alabildiğine genişletilmesi ve neredeyse "Ahkam yapısı"nın kurban olarak verilmesidir.

Bu mantık islami alanı sınırlandırma amacına yönelik sistemler tarafından "İslam bu zamanda bu kadar yaşanır" anlayışının devlet zoruyla topluma empoze edilmesi niteliğini kazanmıştır. Laik devlet yorumları neredeyse geçtiğimiz çağın bütün zamanlarında bu mantığı Müslümanların zihnine empoze etme mücadelesi vermiş, Müslümanlar da Müslümanlıklarını laik sistemlerin yukardan aşağı tanzim politikasından korumaya çalışmışlardır.

Şu anda dünyada, bu laik sistemlerin yanında, küresel bir kültürün baskılayıcı niteliğinin Müslümanların zihnini "Ne yapalım dünyanın şartları böyle" gibi bir öğütücü sürecin etkilerine maruz kıldığı bir zemin vardır ve öyle görünüyor ki İslam toplumları, dün, yukardan aşağı baskıcı sistem yapılarına karşı gösterdikleri direnci gösterme duyarlılığından uzaklaşıyorlar.

Açık bir baskının olmadığı, bir tür nefes almak gibi tabii bir ortamın teneffüs edildiği durum yaşanıyor.Belli ki dünyanın teneffüs ettiği kültürel iklimi Müslümanlar ve İslam belirlemiyor.Müslümanlar bu dünyanın edilgenleri...

Kuşatılanları...Müslümanın evi, küresel kültürün manyetik dalgalarını engellemeye yetmiyor, üstelik zihni bariyerlerimiz de delik deşik olmuş durumda.Bir büyük problem ile karşı karşıyayız.İslam insanın olmazsa olmazı. İnsan İslamsız olmaz.

Ama insanla İslam'ın arasındaki mesafe büyüyor.Çünkü İslam'ı insanoğluna taşıyacak olan Müslüman'la İslam'ın ilişkileri problemli hale geliyor. Müslüman, insanoğlu'nu İslam'a doğru götüreceğine, Müslümanın zihin ve hayat çerçevesi dönüşüm geçiriyor.

Ne olacak? Bu soruyu biz Müslümanlar kendi kendimize sormalıyız öncelikle.Çünkü Müslüman olmanın insan için ne kadar hayati olduğunu önce ve en çok biz idrak etmiş olmalıyız.

"Allah'ın huzurunda yaşıyoruz, her halimize Allah şahittir. Niyetlerimizi de Allah biliyor" şuurunu kuşanarak, meşrulaştırma sapağında kendimizi toparlamalı ve her türlü bedel göze alınarak, "meşru" olanda ısrar etmeyi başarmalıyız. Meşru olanda yani Allah'ın razı olacağına kalben mutmain olduğumuz şeyde... Fitne ortamında gözün gözü görmediği, insanın sabaha mü'min girip akşama kafir çıkabildiği, akşama mü'min girip sabaha kafir çıkabildiği bir savrulma ortamında Allah Teala ile kalbi irtibatı kesmemeye itina etmeliyiz.

Hani Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz'in "İslam'ı yaşamanın elde kor taşımak kadar zor olduğunu" belirttiği bir zamanda... Ve bir "Peygamber sünneti"ni ihya etmenin yüz şehid sevabını kazanma sebebi olabildiği bir zamanda...

ALTINOLUK DERGİSİ-2014 - Mayıs, Sayı: 339, Sayfa: 003