Bir edebiyat öğretmeni olarak romanlara karşı bakışımın biraz daha hassas olmalı diye düşünüyorum. Çünkü romanlar hayatımıza yansımış aynalardır. Aynanın parlak üzerine ne düşerse yani her türlü yaşamı yansıtabileceğini bildiğimiz roman sosyal hayatta ve bireysel hayatta ne görürse konu olarak seçebilir. Romanın konusu; insan, insanın yaşadığı hayat olduğuna göre roman okurken aslında bir kısım insanları da okumuş oluruz. Yazar kalemin ucunu nereye değdirirse satırlara onlar serpilir. Yazarımız ne görürse, ne duyarsa ya da neleri tefekkür edebilirse romanda izleyebileceğimiz hayat işte o kadarıdır. Dolayısıyla iyi gözlemci bir yazar hissedebilen, düşünebilen bir yazar, kültürü geniş bir yazar, ortaya çok hayatı mükemmelen yansıtan romanlar koyabilir.
Bizler de satırları okurken hayatın hangi perdesini seyrettiğinizi fark ederiz. Bu girişten sonra özetini okuduğum Üç İstanbul romanının dan bahsetmek istiyorum Cemal Mithat Kuntay'ın kaleminden çıkmış bir eser. İstanbul'un çevresini veya çehresini anlatan roman kişilerin üzerinden özelde Anadolu'nun, genelde Osmanlı'nın içinde bulunduğu sosyal ve siyasal hali anlatmaktadır. Yazarın seçmiş olduğu kahramanlarda bu dönemdeki kişileri zihniyetleri tarif etmekte. Aslında Tanzimat'tan beri böyle bir yaklaşım söz konusudur romanlarımızda. Yani okuyucu daha rahat anlasın diye mekanların isimlerini, kahramanların isimlerini eyleme göre vermektedirler. Eskilerin deyimi ile "ismi ile müsemma/ismine uygun" dediğimiz olay ortaya çıkmakta. Dolayısıyla roman hayatın bir kesiti, hayatın bir özetidir.
Önemli olan şudur belki de... İyi bir yazar ve dikkatli bir okuyucu hayatı özümsemek konusunda oldukça başarılı sonuçlar elde edebilirler. Satır aralarında kişinin ruhsal halini gözler önüne serebilirken insanlar arasındaki ilişkiyi fark ettirebilir. Sosyal mekanın detaylarını bir film şeridi gibi göz önüne seren iyi bir romancı okuduklarını özümsemesini bilen okuyucuya çok iyi gelir. Yazma titizliği seviyesinde okuma titizliğiyle olayı takip beden okuyucu romanın zevkine ve tadına varmış olabilir.
Sadece kahramanları, konusu, zamanı ve mekanı değil bir de bunları ele alırken kullandığı dil ve üslup da çok önemlidir. Aslında edebiyat tümüyle insanı ve tabiatı anlattığına göre romanda hayatımızın bir parçasıdır cümlesini tekrarlamaktan yorulmuyoruz. "Boş zamanlarımda kitap okuyorum" diyenler büyük bir "farkındalık yoksulluğu" çekmektedirler. İster şiir okursun ister roman okusun lakin kültür gözüyle okumasını bilenler her kelimeden çok güzel sonuçlar çıkarabilirler. Ayrıca edebi zevki de doya doya yaşayabilir.
"Hayatım Roman" diyenler çok özel bir şey söylemiş sayılmaz çünkü her şey romanın konusu olabilir. Yeter ki yazar o mükemmel üslubuyla o zarif ve ince kalemi ile kelimelerden mükemmel bir resim yapmış olsun.
Hayatımıza dokunan romanlar da vardır. Romanın diğerlerinden en büyük farkı yani diğer edebi türlerden en büyük farkı "ayaklarının ucu" hayatımıza donuyor olmasıdır. Bu yazıdan sonra okuyucularımız kendi hayatlarına dokunan veya hayatlarını değiştiren romanlara bir kez daha göz atabilir.
"Bir roman okudum hayatım değişti" diğerler parmak kaldırsın.