Halk arasında "Kendini beğenmeyen çatlar ölür" diye bir söz vardır. İnsanların mutluluğu biraz da kendi kendinden memnun olmasıyla mümkündür. Buna "pozitif enerji" de denebilir. İyimserliğin temelinde pozitif enerji vardır, kötümserliğin temelinde de negatif enerji... Yaptığı hiçbir şeyden memnun olmayan insanın yükseklere tırmanması mümkün olmaz.

Aynı durum topluluklar için de söz konusudur. İnsanoğlu, topluluklar halinde yaşama içgüdüsüyle doğmuştur. Aile olmak, başlı başına topluluk halinde yaşama noktasında ilahi - fıtri bir tevcihtir, yöneltmedir. İnsanlık tarihi de birlikte yaşama istikametinde gelişmiştir.

Toplulukları ileriye, yükselmeye, tırmanmaya sevkeden pozitif enerji nedir, diye bir bakıma medeniyet tarihçilerinin sorusunu sorduğumuzda pek çok cevaplar verildiğine şahit olabiliriz.

İbn Haldun, medeniyet tarihçilerinin babası diye nitelenebilecek bu İslam alimi, "medeniyetlerin temelinde asabiyyet olduğu"nu söyler. İşte buna toplumları yükselten pozitif enerji olarak bakabiliriz. Öyleyse asabiyyet nedir? Asabiyyet aşklı, tutkulu bağlılık olarak anlaşılabilir. Belki özgüven. Belki güçlü ben idraki.

Peki o nasıl bir şey diye soracak olursak, "İnsanlığın aradığı benim, benim topluluğumdur, benim milletimdir, benim ideallerimdir, insanlık beni bekliyor" gibi duyguların harman olduğu iç birikimdir diye cevaplanabilir.

Böyle bir iç enerjiye sahip olan topluluk, ister bir kavim olsun, ister bir ideolojik topluluk olsun, ister bir dini yöneliş olsun, ister bir aile olsun, ister bir ticari - sınai kuruluş olsun. Elinde bulunduğunu var saydığı şeye insanlık için en hayati değer diye bakan bir topluluk, tırmanış için iç enerji ile buluşmuş demektir.

Bu değerlendirmeyi, islami hizmetler için bir araya gelmiş topluluklar için de yapabiliriz. Tarikatler, cemaatler, sivil toplum yapıları vs... Her oluşum, İslami bir hizmete tekabül etmek, Allah rızasını o vesile ile kazanmak için teşekkül eder. Çalışma yapacağı alanda bir boşluk bulunduğunu düşünür, o boşluğu dolduracağına inanır, belki bir adım daha atarsak, "Hayırda, iyilikte yarışmak" niteliğinde, o alanda en iyiyi yapacağını düşünür. Ya da başkaları da iyiyi yapabilir, ama benim daha iyiyi yapma azmim, ortak iyinin çoğalmasına yol açabilir, kanaatini besler.

Asabiyyetin bir boyutu da, kendine güvenin ötesinde, ötekilere karşı yok edici nitelikte olanıdır. Aslında her asabiyyetin bir yerlerinde, "Ötekini dışlayan" bir nüve vardır. Kendine yönelik özgüven, hep biraz öteki ile kıyaslanarak gerçekleşir. Dolayısıyla her asabiyette biraz "Ben"in tahkimi mevcuttur.

İslam, kendi bünyesinde oluşan tüm kişilik ve yapılarda, bir yandan "Hayırda yarışmak" gibi, "Allah için olmak" gibi bir coşku telkin ederken, diğer yandan da "Ötekinin hukuku"nu gözetme, onun ayağına basmama, onun hayır yürüyüşünü engellememe duyarlılığını telkin etmek ister.

İslam, kendi toplumunu bir duvarın tuğlaları, bir vücudun uzuvları gibi görür, bir duvarın tuğlaları olmak, birbirini bütünlemek, sağlamlaştırmak demektir, bir vücudun uzuvları olmaksa, birbirinin hayati varlığından haberdar olmak, diğerine gelen acıyı varlığında hissetmek, dolayısıyla diğerine acı verecek şeylere yönelmemek demektir. Vücut bütünlüğü bilinci her uzuvda olmak gerekir. Beynin kalbi, kalbin en uç kılcal damarları "Bütüncül ben idraki"nde saklaması demektir bu. (DEVAM EDECEK)

Altınoluk Dergisi: 2014 - Aralık, Sayı: 346, Sayfa: 003