İslam'da insanı küfre götüren davranışlara işaret edilmiş, bu konuda fıkıhta geniş bahisler açılmıştır.Ama bu bahislerin içinde "İman ve amel ilişkisi" de ayrıca tartışılmış, "Amelin imandan bir cüz olup olmadığı" üzerine farklı anlayış yolları, yani fıkıh ve kelam mezhepleri oluşmuştur. Büyük günahlar, küçük günahlar... bunların işlenmesi hangi safhada insanın imanını nasıl etkiler sorusu, tüm İslam tarihinin üzerinde tartıştığı bir konu olmuştur.

Ayrıca yönetim sistemleri planında da konu "Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetme" çerçevesinde tartışılmış, Maide suresi 44'üncü ayetindeki "Allah'ın indirdiği ahkam ile hükmetmeyenler kafirlerin taa kendileridir" şeklinde belirlenen çerçeve, özellikle İslam ülkelerindeki yönetimlere nasıl bakılacağı konusunda farklı yaklaşımlara yol açmıştır. Benzeri iki ayette daha bu yönetimler "fasık" ve "zalim" olarak nitelenmektedir. Kafir, fasık, zalim... bunlar birbirinin müteradifi, yani eş anlamlısı mıdır, sorusu da bu arada üzerinde tartışılan soru olmuştur.

İşin fitne boyutu... Yani herkesin herkesten kuşkulandığı, herkesin herkesin imanını sorguladığı, herkesin herkesin imanını makbul veya makbul değil tarzında damgaladığı bir durum...Herkesin elinde bir "iman ölçer araç" bulunduğunu farzettiği bir durum...Buna bir de "küfrüne fetva verilen" kişi veya yapılara karşı açılacak savaş noktasından bakarsak, ortaya nasıl "katilden beter" bir ufunet çıkacağını tahmin etmek zor değildir.

Hazreti Ali gibi bir büyük sahabinin, Muaviye ile ihtilafta, hakeme razı olduğu gerekçesiyle, yani hakeme razı olarak güya Allah'ın hükmünden uzaklaştığı var sayılarak küfrüne ve katline fetva verilmesi, sonra camiye giderken şehid edilmesi, fitnenin nasıl bir akıl dışılığa sürüklenebileceği ve oradan yola çıkıp nasıl cinayetlerin işlenebileceğini gösteren çok acı bir örnektir.

"Harici mantık" taa oralarda cinayet işlemeye başlamış, bugünlere kadar, İslam coğrafyasında fiili katiller ya da şahsiyet katilleri tarzında devam etmiştir."Tekfir" belli ki iki tarafı kesen kılıçtır.Bu iş yol haline geldiği zaman, tekfir edenin de, şu veya bu davranışı veya anlayışı sebebiyle tekfir edilmesi işten bile değildir.Kur'an'daki şu veya bu ayetini, Rasulullah Efendimizin şu veya bu hadisini, uygulamasını, kendi keyfine göre, nefsine - hevasına gerekçe yaparak kullanmak da, eğer içinde gerçekten böyle bir öz taşıyorsa, kolaylıkla iman dışına itilebilir. Bu ithamlar - isnadlar birbirini kovalayacağı için de, ortada Müslüman diye tanımlanacak bir toplumun kalmaması söz konusudur.

Kimsenin kalbini yarıp bakmak mümkün olmadığına göre, iman ise, dil ile ikrardan öte bir kalb işi olduğuna göre, mü'min olduğunu ifade eden bir kişiye karşı tekfir kılıcını kullanmak, ne Kur'an ölçüsüne uygundur, ne de Nebevi çizgiye.Rasulullah Efendimiz, "kalbini yardın da mı baktın?" sorusunu, kendi rahle-i tedrisinde yetişen bir kişiye, bir sahabisine sormuştu. Üstelik o sahabi bir savaş ortamında karşılaştığı düşman sözünün samimiyetine güvenmeyerek o insanı öldürmüştü. Bugün insanların küfrüne ve ardından katline fetva vermek, nasıl bir cür'ettir ve Hazreti Peygamber'e bunun hesabı nasıl verilecektir?

Ahmet Taşgetiren

ALTINOLUK DERGİSİ 2014 - Ekim, Sayı: 344, Sayfa: 003