"Ben (Muhammed a.s.) ilim şehriyim, Ali de bu şehrin kapısıdır" buyrulan mübarek sözden ilham alarak "Hayreddin Karaman Hocam ilim konağı ve bu konağın en güzel penceresi de Nusret Vardar Hocamdır" diyesim geliyor. Bu iki ilim yolcusu ile birlikte olmanın bahtiyarlığını yaşayan bir gönül sahibi olmak ne güzelmiş. Zira "ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya da bunları seven ol..." diyen sözün rehberliğine tabii olmuş bir gönül sahibi olmak ne büyük mutlulukmuş.

Ağır ağır çıkılmış hayat merdiveninden güneş rengi gibi sararmış bir yığın hatıra biriktirmiş gönüller bir araya gelmişti sıcak suların şifa dağıttığı koyu yeşilliklerin ortasında. Akşamı haber veren kızıl havaları seyrederken vaktine vasıl olmuş aksakallı fedakar delikanlıların arasında bulunma şerefine ermiş biri olmak ne saadetmiş.

Yaşlarının ilerlemesiyle ruhlarına dolmakta olan lisan-ı hafiyi harf harf işiten ve belki de ebedilik kapısına yaklaşmış olduklarını tüm hücreleriyle hissederken "torunumun torununu da İmam Hatip'e gittiğini görecek kadar yaşamak istiyorum" diye dua edip Yaratandan ömür dileyenlere şahit olmak ne muhteşem bir andır.

Oylat'tayız... Çağlayan otelde... İmam Hatip öncüleri teker teker teşrif ediyorlar. Cevat Akşit Hocamı tanıyoruz ekranlardan. İnegöl'ümüzde o incilerden, o öncülerden biri de medar-ı iftiharımız Nusret Hocam... Birlikte gelenleri karşılıyoruz ve resepsiyondan odalarına uğurluyoruz...

Otelin büyük penceresinden gelen misafirleri gözlüyoruz. Nusret Hocam, "-Hayrettin Bey geldi" deyince heyecanlandım. Hemen dışarıya çıktık. Zahmet verdiğini düşündüğüm çantasını almak için sağ eline doğru bir hamle yaptım. O ise kollarını açtı, iki eli dolu olduğu halde, sarıldık.

Dualarım kabul olmuştu. Onun ilim dolu hayatını, İmam Hatip nesli için verdiği mücadeleyi hatıratından okumuştum. Müslümanlar olarak onur duyduğumuz, bir nesli öncüsü işte karşımda idi.

Ardımdan Nusret Hocam tebessüm ederek sarılmak istediğinde ben Hayreddin Hocanın elindeki çantayı almıştım. Kucaklaşmadan önce ani bir gayretle onun elini öpmek gibi bir girişimi fark eder gibi oldum. Lakin Hayrettin Hocam müsaade etmedi, kucaklaşıp sarıldılar ve hasret giderdiler.

İki umman birbirine kavuştuğunda oluşabilecek dalgalar gibiydi gönlümdeki sevinç deryası. "Allah'ım ölmeden bir görsem, hocamla bir muhabbet etsem" diye dua etmiştim. Dualarım kabul olunmuş görünüyordu. Kalben ne kadar sıcak hissediyorum şu koca ilim erbabını.

Resepsiyondan odalarına geçtiler aile fertleriyle. Biz de diğer misafirlerin yanına geçerken Nusret Hocam: "-Bu Hayrettin Beyin değerini Türkiye'deki Müslümanlar yeteri kadar bilemedi. Ancak Yusuf Kardavi'yi dünya tanır. Bu ikisi hacda görüştüklerinde Yusuf Kardavi, Hayrettin Bey'e "Seni tanımasaydım ömrüm eksik kalacaktı" dediğini aktardı...

Yemekhanede tabakları doldururken tekrar karşılaştık. "-Hocam, size soru soracağım lakin her şeyi yazmışsınız" deyince Hayreddin Hocam: "-Kitaplarımın yanına internette de var" dedi. Aile büyüklerini tanıttığı, eğitim gördüğü yılları anlattığı, hocalık yaptığı seneleri zikrettiği, dostlarını tanıttığı, kendisine karşı söylenenleri ve verdiği cevapları yazdığı üç ciltlik "Bir Varmış, Bir Yokmuş" isimli hatıra kitabını okuduğumu ve imzalatmak istediğimi belirttim. Memnuniyetle kabul etti. Akşam yemeğinden sonra çantamda getirdiğim kitapları yan masada imzalarken yine daldık hatıralara. Böyle ilim erbabının hatıraları da ilim üzerine olur elbette. Can yoldaşı rahmetli Bekir Topaloğlu'ndan ve onunda hatıralarından söz açtık. Zat-ı muhterem anlattı, ben dinledim hayranlıkla.

Yatsıdan sonra otelin büyük salonunda U düzeniyle tertip edilmiş masanın etrafında İmam Hatip öncülerinin tanışmasına şahit oldum. Toplantı sonrası diğer öncülerin Hayrettin Hocaya karşı muhabbetlerini görünce onun kıymetini; Ahmet Davudoğlu hocanın vaktiyle kendisine "şeyh" diye hitap ettiğini anlamış oldum.

İlmi ve ilim erbabına muhabbet duymanın lezzetiyle sabah İnegöl'e döndüm akşamları da Oylat'a çıktım. Vaktinde ilim adamlarının hizmetkarı olmanın değerini duymuştum. Onların gölgesi başımızdan eksik olmasın.

Bir hatıra kitabıyla ilgili bir hatıramla son vereyim, isterim.

Yıllar önceydi... Tenha yollarda kitap okuyarak geziyordum. Niçin mi gezerek okuyordum? "Ben okuyorum millet siz de görün, diye hava atmak için" değil elbette. Elimden bırakamayacak kadar beni sarıp sarmalayan kitaplar oldu mu yapacak bir şeyim kalmıyor. Elimden bırakamıyorum.

Telefonum çaldı bir ara. Arayan İstanbul'dan çok değerli akaid hocamdı. Ne yapıyorsun sorusuna, latife olsun diye "-Hayrettin Karaman Hocamla birlikte yürüyoruz" deyince birden şaşırmış insanlara mahsus "-Hoca İnegöl'de mi?" deyiverdi. "-Yok be Hocam, nereden gelecek İnegöl'e? Ben onun hatıralarını okuyorum. O anlatıyor ben dinliyorum yol boyunca" diye merakını gidermiş oldum.

Hatıralarını okudukça bize gönlünü açmış bir ilim adamının mazisine yolculuk yapmış oluyor ve başından geçip yazdığı her şeye şahitlik ediyordum.