Karşısındakiyle konuşuyormuş rahatlığıyla kelimelere dans ettiren usta yazar Nazan Bekiroğlu’nun belgesel bir romanı. Konu edebiyatla alakalı olunca mesleki bilgimi konuşturasım geldi ama burada bir edebiyat dersi işlemiyoruz değil mi? Yani edebiyat parçalamaya gerek yok.
Batı düşüncesinin ikramı olan bölmeli kafa yapısına sahip günümüz insanı, edebiyatın konusunun hayatı kapsadığını ve bunun asla göz ardı edilemeyeceğini bilmelidir. Edebiyat öğretmenlerine, yazarlara, şairlere terk edilemeyecek kadar herkesin malıdır edebiyat.
Uzun bir zaman diliminde okuduğum bir kitaptı Nar Ağacı. Trabzon’da üniversite okuyan bir öğrencimden methini duymuştum. “Trabzon’un sokaklarını bilen biri olarak okumak, tanıdığımız mekanları bir de Nazan Hocanın kaleminden görmek çok güzel” demişti.
Gerçi Nazan Hoca’yı okumanın sadece bir amaca hizmet edeceğini sanmıyorum. Zira birkaç açıdan istifade edilecek eserlerini beğenimize sunuyor. Öncelikle edebi zevk ve estetik tabii… Hatta “o söz öyle söylenmez de şöyle söylenir” diyeceğiniz ifadeler onun dilinde yakışır oluyor. Kurduğu bir cümleyi sanki kitabım başka yerinde hiç kullanmıyor sanki. Bu çok dikkatimi çekiyor; ne kadar da geniş kelime dünyası var. O fiiller, o eylemi karşılamak için giydirilip süslenmiş ve göreve çağrışmış gibi.
“Trabzon’un eski yüzünü görmekle eski Trabzon’un bilmediğim yüzlerini görmek arasında fark vardı” cümlesinin altını çizmiş ve yanına “ilginç cümle” diye yazmışım. “Çünkü sevdim ve ben kalbiyle yaşayanlar zümresindenim” cümlesini de beğenmişim. Kalbiyle yaşayanları önemsediğim gibi inancında samimi olanları ve bu inançla hayatına yön vermenin değerinin büyüklüğüne de inanırım.
“Doğu, ancak doğudadır” yolculuğun başlayacağına bir işarettir. Olay akışını ele veren bir ifade. “Orada her ayna, seni gösterir” cümlesi dikkatimi çekmiş. Kendimi keşfetmek, benim için en büyük kâşifliktir. Öyleyse içimi görmek istiyorsam dış dünyadan nelerle ilgilendiğime dikkat etmeliyim.
Romancıların kullandıkları ender ve zor bir yönteme başvurmuş. Köklerini araştırmak, atalarını bilmek için, onlardan kendisine emanet kalmış fotoğraflar ve küçük bir hatıra defterinin kılavuzluğunda Tebriz, Tiflis, Batum, Bakü, İstanbul’un ahvalini seyredebiliyoruz. Seferberliğin ne anlama geldiği, ruhlardaki yankılarını, ayrılıkların, yarım kalan sevdaların öykülerini dinliyoruz.
Taht-ı Süleyman’a yolculuk… Seneye bir kez daha görüşmek… Tebriz’in meşhur halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan (yazarın dedesi) ve İstanbul’a göç edip iki yıl sonra dönen Trabzon incisi Zehra…
Fotoğraflara bakarken bedenini üzerine bıraktığı mekanın evvelki zamanlarını gören bir zihin gözü ve hasretle dolu gönül ile oralarda geziyoruz. Dedesinin gençliğini, sevgilisi Azam’ı, onun başkasıyla kaçışı, kitapçı Sofya’nın ilgisi… Sonra göçler, Türk milletinin içler acısı hali, Zehra’nın ve Büyükhanımın başından geçenler ve dedesiyle ninesinin ilk görüşmeleri, kurulan kutsal evlilik…
Beş yüz otuz üç sayfa bitince ardındaki boş sayfaya öğrencim Mayzer’in “zaman çok şeye gebeydi ve bu doğumdan herkesin beklediği başka bir şeydi” cümlesinin altına şu notu düşmüşüm: “Uzun bir zaman yolculuğu içerisinde yazılmış kitabı olayların ruhuna uygun bir biçimde uzun bir zaman diliminde okumuş oldum. Onlar Hazar’a döndüler yüzlerini ben ise Gemlik Körfezine dayadım omzumu” cümlesini karalamışım.
Bir roman okuyorsunuz sadece, ancak alıcılarını çalıştırırsanız o dönemle ilgili gerçekçi bilgilere ulaşırsınız. Belli konulardan yoğun olarak bahsedilen sayfalarına üst kısmına başlık olsun diye şunları yazmışım: Bakü Cemiyet-i Hayriyesi, göç sebebiyle zahmet çeken insanlara karşılıksız yardım ederlermiş. Eski takvim bilgisi; Mart 1 Rumi yılın başıydı. Bir divan şiiri nasıl yazılır? Yani kafiyeleri kurmak ve sonra şiir yazmak. Ateşe tapmak; İran’ın eski inanç sistemleri, kahvene kültürü hakkında boca bilgi… Bunlardan bazıları.
Nar Ağacı isimli roman, buram buram bir edebiyat kokuyor. Kitabın ağırlığını elleriniz hissederken ona eşlik eden kısılmış gözleriniz, ön kapakta küçücük harflerle yazılmış o müthiş mısra-ı bercesteyi okuyuveriyorsunuz ve…
“Sen öyle çağırmazsan ben böyle gelmezdim.”