Suç Örgütlerinin Sonu Gelmiyor Bir Suç Örgütü Daha Çökertildi Suç Örgütlerinin Sonu Gelmiyor Bir Suç Örgütü Daha Çökertildi
Her iki tarafın isteği doğrultusunda üç beş dakikalık bir işlem diyorlar, işin uzmanları. Tek celsede hallolabiliyormuş genellikle. Hakikaten bu kadar basit midir yuvayı yıkabilmek"
Kurulmuş düzeni bozabilmek bu kadar kolaya indirgenmiş midir" Günümüzde görüldüğü üzere bu soruların cevabına ‘Evet’ demek düşüyor, ne yazık ki. Bir ara evlilikle ilgili cümleler yazmıştım sayfanın bana ayrılan kısmına.
Şimdi de evliliklerini sonlandıranlara veya bu fikri günbegün ortaya atanlara yönelik yazma gereği duydum bu yazıyı. ‘’Gönül isterdi ki, iki yazının tarihleri birbirine yakın olsun ve daha birinin etkisi geçmeden diğerini hayatımıza tatbik edebilelim ama kısmet bugüneymiş.’’ deyip yazımıza devam etmeliyiz.
Düşündüm de ne çok evlilikler ziyan oluyor. Hele bir de çocuk varsa o evlilikte, onların hali tamamen içler acısı. Çünkü evlilik kararını alan iki birey, boşanma kararı alan yine o iki birey. Yani, çocukların hiçbir suçu, günahı yokken sırf o iki kişi anlaşamıyor diye ya anneye ya da babaya hasret büyüyorlar. ‘’Evlenmek olduğu kadar boşanmakta en tabii hakkımızdır’’ diyebilirsiniz. Eğer öyle düşünenler varsa onlara küçük bir sorum olacak: ‘’Boşanmak sizin en doğal hakkınız ise mutlu bir aile ortamında büyümek o çocukların hakkı değil midir"’’ İşte bu soru, her ne hikmetse yanıtsız kalıyor.
Öte yandan çocukların her şeyi hafızalarına kaydettiğini düşündüğümüzde, bu olanları normal karşılayıp ileride hiç düşünmeden evliliklerini sonlandırabiliyorlar. Çünkü o, ailesinden öyle görmüştür. Boşanmayı normal bir şey zannettiğinden yaşananlar da olağandır onun için. Tüm bunlar da sağlıksız neslin birer habercisi oluyor zaten.
Dikkat edilmesi gereken şöyle bir durum daha var. Eskilerden damat gelini, gelinde damadı tanımaz, bilmezmiş. Burada bunu savunmuyorum, sakın öyle anlaşılmasın. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu, şimdikiler uzun bir arkadaşlık dönemi yaşıyor, ki bu süre zarfında birbirini tanımamak mümkün değil.
Ancak, o kadar süre içinde birbirlerini tamamen tanıdıklarına inanıp evlilik kararı alıyorlar ama ne yazık ki bu evlilikleri kısa ömürlü oluyor. Hal böyle olunca eskilere bakıyoruz. Tam aksine onların evlilik yolundaki serüvenlerinin daha uzun ömürlü olduğunu görüyoruz. Aslında, durum itibarıyla günümüz evliliklerinin daha uzun sürmesi lazım ama eskilerdeki evliliğe olan o sadakat, hayatımızın bu kısmında en önemli olgu haline geliyor. ‘Demek ki, uzun ömürlü bir aile yapısı için karşı tarafı eskiden beri tanıyor olmak yerine sadakat bağının kuvvetli olması daha elzemdir.’ diyebiliriz.
Bir hikaye vardır bilirsiniz. Evlilik ve sonrası hakkında çok şey anlatan kısa ama meşhur bir hikaye.
‘Bir dağ köyünde gezerken yaşlı bir karı kocayı gördüm.’ der hikayeyi anlatan ve devam eder: ‘’Baktım bir kanepenin üzerinde oturuyorlar. Yaklaşınca fark ettim ki, tezekten yapılmış bir ev ve o evin bahçesinde bir tarafı tamamen kırılmış bir kanepe vardı. Onların, kanepenin sağlam olan tarafına sıkışarak oturduklarını ve sohbet ettiklerini gördüm. Yüzlerinde bir tebessüm vardı. Evin halinden ve yaşlı çiftin kılık kıyafetinden maddi durumlarının iyi olmadığı, dolayısıyla da yeni bir kanepe alacak güçlerinin olmadığı anlaşılıyordu. Yanlarına varıp selamlaştıktan sonra ‘Kanepe kırılmış’ dedim. Yaşlı adam sanki bir bilge edasıyla cevapladı ‘Bizde sağlam tarafına oturuyoruz… Yetiyor bize…’ Yaşlı kadın tamamladı: ‘He ya yetiyor bize. Bak ne güzel oturuyoruz.’… Şimdi geldik ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ kısmına.
O yaşlı kadın, sürekli yeni şeylerin alınmasını özellikle de oturdukları kanepenin yenilenmesini isteyebilirdi. Ancak o, evliliğin sadece bundan ibaret olmadığını biliyordu. İşte, eski evliliklerin uzun soluklu olmasının en temel dayanağını da burası oluşturuyor. Sudan sebeplerle birçok yuva yıkılıyor günümüzde. Sebep ise akla hayale bile gelmeyen ufacık bir şey. Köylü, okumamış, cahil dedikleri belki de ilkokul üç’ten mezun o yaşlı adam; iki üç üniversite bitirmiş, bilmem nerelerde master yapmış, birçok akademik ünvanı olan kişiden daha akıllıca, daha ders verici bir şekilde davranabiliyor. Demek ki, cahillik okumakla eriyebilen bir meta değilmiş onu anladım.
Evliliği, toprağa yeni dikilen bir fidana benzettiğimi söylemişimdir. O zaman, boşanmayı da o fidanın topraktan koparılmasına benzetmeliyiz. Toprağa yeni yeni tutunan bir fidanı koparmak, o genç fidana zarar verecektir. Hele bir de o fidan meyve vermeye başlamışsa ilk önce meyveler düşecektir yere. En çok zulmü, ilk önce o meyveler görecektir. İşte, çocuklar da aynı o meyve gibidir. En çok zararı onlar görürler. O fidan veya kökleşmiş aileyi andıran bir ağaç, yerinden söküldüğü vakit hem kendi zarar görecek hem de bulunduğu çevreye zarar verecektir. Bu nedenle önemlidir, bir yuvanın gidişine son vermek.
Tüm bunları bir yana bırakalım, işin bir de dini boyutu söz konusu. En önemli kısmı da burasıdır muhtemelen.
Örneğin bir Hadis-i Şerif’te: Evleniniz, fakat kurduğunuz bu aile yuvasını talâkla (boşanmakla) yıkmayınız Talâk var ya, onun fenalığından arş-ı ilahi titrer. buyuruluyor. Boşanmanın fenalığını daha net ifade edebilen nasıl bir söz söyleyebiliriz ki artık biz"
Yine başka bir Hadis’te şöyle ifade ediliyor Herhangi bir kadın, mühim bir geçimsizlik olmadan kocasından kendisini boşamasını isterse, ona Cennet’in kokusu dahi haramdır. Günümüz evliliklerinin sudan sebeplerle, boşanma yolunda saf tuttuklarını başlangıçta da söylemiştik.
Tabi, tamamen böyledir demiyorum. Genelleme yaptığımızda ne yazık ki bu sonuç çıkıyor. Hatta, boşanma oranının evlenme oranından yüksek olması da bilimsel açıdan yazımızı destekler niteliktedir diye düşünüyorum.
Boşanmanın ne kadar ciddi bir işlem olduğundan bahsettik. Fakat ondan da ötede şöyle bir daha var: Kim bir kadını kocasının aleyhine kışkırtırsa, bizden değildir. Hadis-i Şerif’i bırakın boşanmayı, boşanmaya neden olabilecek her türlü şeye bu denli ciddiyetle yaklaşmamız gerektiğini bildiriyor bizlere.